Münevver Özgenç yazdı/Bölünme baro, bölünme!

“…Neylersin ki zalimliğin sonu yok bu ülkede, zulmün de. Her dönemin Hızır Paşası da kendine! Ankara girişinde kesildi önleri. Güneş altında itiş kalkış, yağmur yaş demeden saatlerce bekleme. Yanıbaşlarında göklere uzanan bir inşaat. İnşaatta çalışan işçiler, kimbilir kimler oturacak kimler? İnşaat sahasında bile istenmediler. Altmışa yakın baro başkanı…”
MÜNEVVER ÖZGENÇ
Yetmiş yaş olan da var içlerinde, elliyi altmışını geçkin de.
Hepsi hukuk abidesi, halk deyimiyle birer deve dişi.
İsterlerse ipe götürür, gerektiğinde ipten alırlar hani!
Yağmurla rüzgarla çıkmışlardı yola her biri bir ilden; cüppeleri önleri hiç bir zaman iliklenmeyen. El pençe bilmeyen ellerinde küçük birer su şişesi; adalete susamışlığın simgesi.
Neylersin ki zalimliğin sonu yok bu ülkede, zulmün de. Her dönemin Hızır Paşası da kendine!
Ankara girişinde kesildi önleri.
Güneş altında itiş kalkış, yağmur yaş demeden saatlerce bekleme. Yanıbaşlarında göklere uzanan bir inşaat. İnşaatta çalışan işçiler, kimbilir kimler oturacak kimler?
İnşaat sahasında bile istenmediler.
Altmışa yakın baro başkanı.
“Mümin müslümanlar gider işine
Bir ben mi düşmüşüm can telaşına” hesabı.
Oysa SAVUNMA herkese lazım! ADALET bir düzenin belkemiği! ADİL YARGI herkesin hakkı!
Değilmi ki savunmanın özünde var güçlüye karşı güçsüzün yanında durup, haksızlığa karşı halkın yanında olmak.
“Gülemiyorsun ya, gülmek
Bir halk gülüyorsa gülmektir”
Dara düşen ülke!
Ahmet abi bağışlasın beni, değerli şair Edip Cansever de.
Hep türkülerden, şiirlerden iz sürerim ya varayım bir masala dayanayım bu kez. “Öksüz Elif” diye bir masal; çok eskiden, vaktiyle annemizden dinlediğimiz.
Bu masallardan ötürü değil mi, bunca memleket sevgimiz.
Üvey anne eline düşen öksüz Elif kendisine yaptığı onca eziyetten kötülükten sonra duyar ki evdeki tek can yoldaşı, sırdaşı, çok sevdiği ineği kestirmeye karar vermiş üvey annesi.
Masal bu ya, düşün ki geldiğinden beri evde ne varsa dağıtmış, çoğunu atmış. Elde kalan ne varsa birer birer, yok pahasına savıp satmış. Eski sahibini hatırlatan ne varsa silip unutturmakmış asıl maksatı.
Koşup bıçak altındaki ineğin başına yetişen öksüz Elif yalvarmaya başlamış: – İneğim ne olur kesilme, ne olur kesilme! Çaresiz inek kesilmiş. Öksüz Elif tekrar yakarmış: – İneğim kesildin de ne olur yüzülme ha, yüzülme! Heyhat! Yüzülmüş inek.
Öksüz Elif son kez yakarmış: – İneğim yüzüldün de ne olur bölünme, ne olur pay olma!
Bu cahil aklımla anladım ki ben, barolar işte bunun için yürüyor.
Ne özlük hakları, ne yeşil pasaport yürüyen avukatların derdi!
Barolar bölünürse o zaman şah damarı kesilir ADALETin,
Damarlardan çekilir bütün kanı ADİL YARGInın
Araki bulasın, her parçası bir kapıda SAVUNMA’nın
Ve o zaman son nefesini verir HUKUK DEVLETİ!
Birer bıçak çoklu baro, nispi temsil. Zalimin elinde keskin mi keskin!
Değil mi ki sen en iyi bilensin!
Yeri gelmişken bir masal da Andersen’den: Siz Ankara’ya girmek için cebelleleşirken, zatın birisi bir koşu gidip sizden evvel vardı Anıtkabir’e.
Hani o bildik hasbihalden sonra
-Senin dişlerin neden bu kadar sivri büyükanne?
–Savunmayı daha iyi savunmak için!
Sakın inanma!
Biliyorum teslim olmadın, olmazsın.
Elim yakanda teslim olma, BÖLÜNME HA, BÖLÜNME!