Münevver Özgenç yazdı: Severdim ARALIK’ları…

“…Nasıl da sevmiştik memleketimizi… “Kaşı desten, gözü destan, elleri kan içinde” bebeler adına yüklendiğimiz bir vasiyetti artık bizler için yaşamak. Tanışmamıştık henüz, özlem ne, ayrılık ne? Bilmezdik yirmili yaşlarımıza kadar, olağanüstü yasalar ne, yasaklar ne?…”
MÜNEVVER ÖZGENÇ
Benimkisi masum bir ay’rımcılık.
Kusurdan sayılmasın artık.
Yakınlarda gönüllemiş olsam da daha, hepsini:
Tüm aylar yaşamaya değer. Yaşamaktan yana içimizde bir tutam heves kaldıysa eğer. Diyerek.
Huylu huyundan vazgeçmez misâli, üçüne düşkünlüğüm başkadır yine de, Aralık’ta içinde.
Her şeye karşın umut olmuştur hep, benim için anlamı. Ne var ki artık Aralık’lar bir başka!
Ben böyle mi olacaktım? der ya hani, çok sevdiğim Orhan Veli
‘Ben de mi böyle umutsuz kalacaktım. Çok sevdiğim Aralığı bile aramaz mı olacaktım?’ hâllerindeyim artık.
Kaldı ki bugün 10 Aralık. Dünya İnsan Hakları Günü.
İnsanlıktan ve İnsanca yaşamdan yana üstün beklentiler-umutlar barındıran
BM İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin kabul edilişinin 72. Yıldönümü.
Dünyada da, ülkemizde de haklar açısından süreç bunca kötü işlerken;
İnsanca yaşamı öncelemeyen, daha fazla sömürü, ille de yalnızca kâr diyen küresel emperyalizm ve işbirlikçi yönetimler eliyle, ne çok tükendik, tükeniyoruz haklarımızla birlikte!
Bırakın dünyada gelişen ekonomik, sosyal, kültürel dönüşümler sonucu ortaya çıkan yeni nesil hakları, birinci kuşak haklar olarak bilinen en temel haklar bile hiçe sayılıp, çiğnenmekte!
Anayasamızda yerini bulan Düşünce ve ifade özgürlüğü başta, adil yargılanma hakkı, seyahat özgürlüğü, toplanma ve örgütlenme hakkına yönelik sayısız- akıl almaz yaptırımlar, ihlâller giderek daha fazla artmakta ülkemizde.
Herkesin adaletli ve elverişli koşularda çalışma ve işsizliğe karşı korunma hakkı varken, son haliyle on milyona dayandı işsiz sayımız.
Herkesin kendisi ve ailesi için, insan onuruna yaraşır yaşamı sağlayacak adil ve elverişli bir ücrete hakkı varken,
Giderek tırpanlandı ücretler, yok edildi örgütlülük- sendika!
İnsanca yaşamı sağlayacak ücret bir yana,milyonlarca vatandaşı ilgilendiren asgari ücreti sefalet düzeyinde tutmak için olanca çaba!
**
Nasıl da umut doluyduk oysa;
10 Aralık İnsan Hakları Bildirisine dair ilk yazımı okuduğumda henüz onyedisinde, lisede; isyan ateşi çoktan düştü yüreklemize.
Bizden önceki o soylu kuşağın sayesinde.
Değil mi ki tüm insanlar özgür ve eşit doğarlar, neydi bu haksızlıklar?
“Yokluk ne, yoksulluk ne/İlenmek ne, dilenmek ne”
Öyle derin uçurumlar da yoktu aramızda, küçücük kasaba yaşantılarımızda.
Fakir oğlan- zengin kız uyuşmazlığını Türk filmlerinden izler, emek-sermaye çelişkisini okuduğumuz kitaplardan bilirdik.
Bir tamam tanımıştık hepsini:
Henüz 70’li yıların başı. Yaşar Kemal’le Çukurova’yı, çaresizliği, köylülüğü.
Orhan Kemal’le sarı sıcağı, sıtmayı, pamuğu.
Fakir Baykurt’la kıraç toprağı, marabalığı, yağsız aşı.
Şeyh Bedreddin’i, Pir Sultan’ı. Cümle haksızlığı ve isyanı.
Hasretini Nazım’dan, bahar gelmiş dağlarını Ahmet Arif’ten öğrenmiştik.
Nasıl da sevmiştik memleketimizi…
“Kaşı desten, gözü destan, elleri kan içinde” bebeler adına yüklendiğimiz bir vasiyetti artık bizler için yaşamak.
Tanışmamıştık henüz, özlem ne, ayrılık ne? Bilmezdik yirmili yaşlarımıza kadar, olağanüstü yasalar ne, yasaklar ne?
Şimdilerde ise boynuz kulağı çoktan aştı!
Ağırlaşırken, yıllar içerisinde toplum olarak üzerimize serpilen ölü toprağı.
Yaşama hakkı’nın yok sayıldığı yerde, hakların ne hükmü kalır noktasındayız geldiğimiz yerde. 2020 Türkiye’sinde!
Kolay ölümler, ucuz hayatlar diyarı ülkem!
Her ayı kendi güzellkleri içerisinde yaşamak varken;
Bir bakıyorsun, ömür gitmiş, yıl bitmiş bin bir mihnetle.
Demem o ki:
Severdim Aralık’ları
Ülkem bu hale düşmeden önce
Nergisler bile kokmuyor şimdi
Bin bir tomurcukla, artık gönlümce…